Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, 21 Ekim tarihinde Türkiye’nin Enerji Dönüşümü ve Yenilenebilir Enerji Stratejisi belgesini kamuoyuna tanıttı.
Belgenin içeriği tamamen Yenilenebilir Enerji ile ilgili temel kavramları kapsamaktadır (Yenilenebilir ve Yerli Kaynaklar, Hidrojen ve Yeni Teknolojiler, Çeşitlendirme, Kritik Madenler ve Yerlileştirme). Bunun yanında, Dijitalleşme, Karbon Piyasası, Enerji Verimliliği ve Enerjide Merkez Ülke olma gibi jeo-politik hedefler de belgenin önemli parçaları arasında yer almaktadır. Strateji belgesinde vurgulanan üç ana kavram bulunuyor; bu kavramlar, konu ile ilgili medya mensuplarıyla paylaşılan basın bülteninde de ön plana çıkartılmıştır:
Enerji Bağımsızlığı
Arz Güvenliği
2053 Net Sıfır Hedefi
Bu üç kavramı derinlemesine analiz ettiğimizde, Enerji Bağımsızlığı, ülkeyi dışa bağımlılıktan kurtaracak yerli yenilenebilir kaynaklarla, özellikle de güneş ve rüzgar enerjisi ile doğrudan ilişkilidir. Sunumda ve basın bildirisinde YEKA projeleri çarpıcı rakamlarla ve yatırımları hızlandıracak iş modelleri ile detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Ayrıca, yerli kaya kaynaklarından bahsederken, sadece yenilenebilir kaynaklarla sınırlı kalmayıp, Karadeniz gazı ve Gabar petrolü gibi unsurların da değerlendirildiğini gözlemliyoruz.
Basın bildirisinde ayrıca Somali’de gerçekleştirilecek deniz-üstü sondaj projesine de vurgu yapılmış olması, Arz Güvenliği konusunun fosil yakıt ile üretilen elektrik enerjisini de içermesi gerektiğini gösteriyor. Aynı zamanda, Kritik Madenler konusunu da bu bağlamda ele almak gerekiyor. Aksi taktirde, doğal gaza olan bağımlılığın yerini lityuma alması, amacın yerine getirilmemesi anlamına gelir.
2053 Net Sıfır Hedefi için ilk önce ne anlama geldiğini anlamamız önemlidir. Bu hedef, belirlenen bir tarihte fosil yakıtla çalışan santrallerin tamamının kapatılmasını ve tüm enerji ihtiyacının yenilenebilir kaynaklardan sağlanmasını hedef almıyor.
Küresel düzeyde asıl hedef, 2050 yılı itibariyle küresel sıcaklık artışının 1.50°C ile sınırlandırılmasıdır. Bu hedefe ulaşmanın yolu, genel olarak karbon salınımlarını azaltmaktan geçiyor. Türkiye açısından somut hedef ise, hidroflorokarbon gazlarının salımının azaltılmasını öngören Montreal Protokolü’nün Kigali Düzeltmesi ile 2021 yılı itibarıyla belirlenen karbon salımını 2053 yılına kadar yüzde 90 oranında azaltmaktır.
Bu strateji belgesinin amacı, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’nın üstlendiği hedefleri somutlaştırmaktır. Kalan yüzde 10’luk pay ise esneklik kazanacak; bu çerçevede Karbon Piyasası’nın nasıl işleyeceği hususu da sunumda yer bulmuş durumda. Başka ülkelerin net-sıfır hedefleri ve bu konudaki yasal düzenlemelere dair bilgiler, Wikipedia gibi kaynaklardan edinilebilir. Ancak yine de bu hedeflerin uygulanabilirliği ve denetim süreçleri konusunda birçok soru işareti vardır.
Arz Güvenliği, adı üzerinde olması gereken bir hedeftir ve tüm diğer hedeflerin de sağlanmaya çalıştığı esas unsurdur. Strateji belgesi, her ne kadar yenilenebilir enerji odaklı gibi görünse de, bu temel hedefi unutmamak önemlidir.
Yukarıda ele aldığımız belgelerde mevcut olan anahtar kavramların anlamını çözerken aralarındaki bağlantıları incelediğimizde, sunulan stratejinin bir tutarlılığa sahip olduğunu görüyoruz. Aynı belgelerde, Arz Güvenliği’nin önemli teminatı olan elektrik şebekesi ile ilgili de bir dizi önlem ve hedef bulunuyor. 2035 yılına kadar:
Enerji nakil hatlarının uzunluğunun yüzde 25 artarak 95.000 km’ye ulaşması planlanıyor.
Yeni 144 yüksek gerilim trafo merkezi, mevcut sistemin iki katı kadar trafo ile sisteme dahil edilecek.
Komşu ülkelerle elektrik ticareti, ihracat yönünde yaklaşık üç katına, ithalat yönünde ise beş katına çıkacak. Böylece, yaklaşık olarak 6.6 – 6.8 GW güç çift yönlü transfer edilerek Enerjide Merkez Ülke olma hedefi gerçekleştirilmiş olacak.
40 GW güç iletim kapasitesine sahip yaklaşık 15.000 km uzunluğunda HVDC – YGDA (Yüksek Gerilimli Doğru Akım) enerji nakil hatları kurulacak ve bu sayede Türkiye için yeni olan bu teknolojiyle birlikte şebeke altyapısı çeşitlendirilmiş olacaktır.
Eskiyen şebeke altyapısının yenilenme ve modernizasyon gereksinimleri de dikkate alındığında, bu süreç toplamda yaklaşık 30 Milyar USD yatırım yapılmasını gerektirecektir.
Bu yatırım kalemleri arasında geçen ilk iki kalem artan üretim kapasitesini tüketim noktalarına ulaştırmak için gerekli olan yatırımlar iken, üçüncü ve dördüncü kalemlerin anlamını daha iyi kavrayabilmek için üzerinde düşünmekte fayda var.
Komşu ülkelerin iletim şebekeleriyle entegrasyonuna gelince; şu an Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi TEİAŞ’ın yönettiği ulusal şebekenin, ENTSO-E (Avrupa Elektrik İletim Sistemi İşleticileri Birliği) ile senkron bağlantısı bulunmaktadır. Ancak, diğer ülkelerin şebekeleri ile aynı frekansta bağlanmaları mümkün olmamaktadır.
Alternatif yöntemler ya şebekenin bir kısmının yalıtılarak beslenmesi ya da alternatif akımın (AA) doğru akıma dönüştürülmesi ve ardından tekrar alternatif akıma çevrilmesidir. TEİAŞ’ın 600 MW güç aktarma kapasiteli sırt-sırta dönüşüm merkezi Van’da inşa edilmiştir ve bu, YGDA teknolojisinin Türkiye’deki ilk uygulaması olma özelliğini taşımaktadır. Benzer bir bağlantı da Borçka üzerinden Gürcistan ile mevcuttur, ancak bu bağlantıda dönüşüm merkezi Gürcistan tarafında bulunmaktadır.
Bugün itibariyle, farklı kapasitelerde yapılan bağlantılar sayesinde, enerji ihracatı yönünde 2360 MW, ithalat yönünde ise 1360 MW değerinde bağlantılar mevcuttur. ENTSO-E’nin 2020 yılında yayınladığı On Yıllık Şebeke Gelişim Planı’na göre, 2030’a kadar Türkiye ve Avrupa arasında her biri 1500 MW kapasiteye sahip iki yeni bağlantının yapılması planlanmaktadır.
Bunlardan biri Bulgaristan, diğeri ise Yunanistan ile olacaktır. Yunanistan’la yapılacak bağlantının deniz altından olması beklenmektedir; bu durumda büyük ihtimalle bir doğru akım YGDA hatlarının kurulması gerekecektir. Bakanlık’ın strateji belgesinde belirtilen enerji ihraç yönündeki artışın çoğunluğunun Avrupa yönünde olacağı ve ithalatın ise doğu ve güney komşulardan gerçekleştirileceği anlaşılmaktadır.
Strateji belgesinde “Yeşil İletim Altyapısı” başlıklı bölümde, ülkeyi doğu-batı ekseninde geçecek yeni YGDA koridorlarının yer alması dikkat çekiyor. Yeni YGDA teknolojisi ile birlikte, geçmişte yaşanan benzer bir süreçten geçilmesi bekleniyor.
1970’lerin sonunda, büyük hidroelektrik santrallerinin oluşturduğu elektrik enerjisinin batı bölgelerine iletilmesi amacıyla uzun enerji nakil hatları inşa edilmişti. Şebekenin gerilim seviyesinin de bu ihtiyaca yanıt vermesi için 400 kV’a yükseltildiği söz konusuydu.
O süreçte Türk Elektrik Kurumu – TEK tarafından inşa edilen ve “Keban Hatları” diye bilinen koridorlar şimdi yeni YGDA koridorları ile birlikte anılmaktadır. Ancak elektrik enerjisinin taşınmasında kullanılacak doğru akım teknolojisi konuyu ilginç kılmakta.
Alternatif Akım ve Doğru Akım rekabeti, özellikle Tesla ve Edison arasındaki mücadele sonrasında magazin ve teknik açıdan ilgi çekici bir hale geldi. Teknik anlamda baktığımızda, talep tarafında alternatif akım uzun yıllar boyunca sürecektir; çünkü sanayi ve evde kullanılan motorların büyük çoğunluğu alternatif akımla çalışmaktadır.
Üretim tarafında ise, güneş santralleri dışında, elektrik enerjisi üreten tüm jeneratörler alternatif akıma dayalıdır. Güneş santralleri, doğrudan doğru akım üretseler de, bu enerji alternatif akıma dönüştürülmekte, çünkü talep çevresel gereklikleri bunu zorlamaktadır.
Bakanlık’ın strateji belgesinde, elektrik enerjisinin iletiminde alternatif akımlı ve doğru akımlı enerji hatlarının avantaj ve dezavantajları dikkate alınmaktadır.
Son yıllarda, ülkelerarası bağlantılar ve deniz üstü rüzgar santrallerinin artışı sebebiyle, uzun mesafelerde enerji kayıplarının azalmasının önemi artmıştır. Bu nedenle, Bakanlık’ın planlarında YGDA koridorlarının inşa edilmesine yer verilmesi son derece mantıklıdır.
Ek olarak, Bakanlık’ın planlarında doğrudan elektrik şebekesi altyapısında doğru akımın geleceği ve “Yeşil Enerji” konusunun daha orta gerilim seviyesinde OGDA hatlarıyla gündeme gelmesi önemli bir başlık olarak öne çıkmaktadır.
Yenilenebilir enerji kaynaklarının, özellikle güneş kaynaklı enerji üretimiyle birlikte, enerjinin daha yakın bir noktada tüketilmesine olanak sağladığı, bu durumun da uzun ve geniş YGDA koridorlarına alternatif olarak daha kısa OGDA patikalarının inşa edilmesini gerektirdiği aşikar.
Sonuç olarak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın duyurduğu Enerji Dönüşümü Strateji Belgesi, gelişen koşullara uyum sağlayabilen ve kendi içinde tutarlı bir yol haritası sunmaktadır. Elektrik şebekesi altyapısında YGDA tesislerinin kurulmasının yanı sıra, Arz Güvenliği’nin artırılması da hedeflenmektedir.
Ancak, daha önceki değerlendirmelerimde de belirttiğim gibi, Türkiye’nin yeni teknolojileri hayata geçirme konusunda bir sıkıntısı bulunmamakta. Problemler genellikle yönetim anlayışının yetersiz kalmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum sürdürülemediği takdirde, Bakanlık’ın basın bülteninde belirtildiği gibi “Şebekemizi Şampiyonlar Ligi’ne çıkarmak” yerine, kendi sahanızda sınırlı kalmayı tercih edeceğiz.