Türkiye’de her zaman gündem oldukça hızlı bir şekilde değişmektedir. Ancak son dönemlerde bu değişiklikler daha da baş döndürücü bir hal almış durumda.
Ortadoğu’daki savaşlar, yeni doğan bebeklerin özel hastaneler tarafından kâr uğruna göz ardı edilmesi skandalı, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 25 yıldır cezaevinde tutulan ve terör örgütü liderliği suçundan ömür boyu hapsi bekleyen Abdullah Öcalan’ı Meclis’te konuşturup “umut hakkı” teklifinin yarattığı sert tartışmalar, CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı’nın terör örgütü üyeliğinden tutuklanması gibi başlıklar gündemde ön plana çıkıyor.
Ekonomi açısından enflasyon beklentileri, faiz indirimleri ve asgari ücret artış gündemleri bir müddet öne çıkmış gibi görünse de, bu konular da diğer başlıkların gölgesinde kalıyor.
Enerji sektörüyle ilgili bir başka tartışma da elektrik fiyatları üzerindeydi. Bu tartışma, elektriğini piyasalardaki tedarikçilerden pazarlık yaparak temin edemeyen ya da daha önceki tedarikçileri tarafından sistemden çıkarılan tüketicilere uygulanacak olan son kaynak tedarif tarifesi ile alakalı gelişmelerle başladı.
Basit bir ifadeyle, belirtilen haber, bugünkü fiyatlarla aylık yaklaşık 1000 TL elektrik tüketen konut abonelerinin faturalarını artıracak yeni bir düzenlemenin yolda olduğu anlamına gelmekteydi. Bu durum, milyonlarca ulusu etkilediği için oldukça ciddi bir mesele olarak karşımıza çıkıyor.
Söz konusu haberler direkt olarak yalanlanmadı. Dolayısıyla, gerçeği yansıttığı söylenebilir. Bu durumda, bir açıklama yapılması gerekiyordu. Elektrik tarifelerini belirleyen Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) olmasına rağmen, durumu netleştirip gelecekteki uygulamaları savunma görevi, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar’a düştü.
Bakan Bayraktar, konut abonelerine sağlanan destek kapsamının daraltılacağını, “makam şoförü ile makam sahibinin aynı sübvansiyonlu fiyattan elektrik tüketmesi adaletsizliktir, daha adil bir uygulama devreye girecek” diyerek özetlenebilecek bir açıklama ile savundu.
İlk bakışta “Evet, doğru, daha adil bir uygulamaya geçilmesi oldukça iyi olabilir” denilebilir. Ancak bu noktada şu soru akıllara gelmez mi? Yıllardır devam eden mevcut “adaletsiz” modelin aynı hükümet, aynı ekonomi ve aynı enerji otoriteleri tarafından uygulandığı göz önüne alındığında; neden şimdi bu düzenlemelere başvurulmakta?
Her neyse, bu sorulara yanıt aramak yerine, “evet öyleydi” diyerek yola devam edelim. Çünkü hem “bugünküne göre daha adil” olacağını savunmak pek de mantıklı görünmüyor, hem de beklenen yeni uygulamaların kalıcı bir çözüm olacağına inanmak ütopik olabilir. Neden derseniz, açıklayalım…
Aslında, sübvansiyonlu elektrik tüketen abonelerin sayısını azaltmaya yönelik yeni uygulama, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından oluşturulan yeni ekonomi politikalarının enerji sektöründeki bir karşılığıdır. Ancak enerji politikası, Enerji Bakanlığı’nın esas sorumluluğunda olduğundan, bu durum bağımsız bir mesele gibi algılanabiliyor.
Uygulanan ekonomi politikalarının temel felsefesi, serbest piyasa anlayışını hâkim kılmak. Bu anlayış ile, ekonomik sorunların üstesinden gelinebileceği düşünülmektedir.
Aslında özel sektör elektrik oyuncuları, EPDK’nın beklediği bazı adımların Hazine ve Maliye Bakanlığı kanadından gelmesinden memnun olabilir. Çünkü 2001 yılındaki ilk Elektrik Piyasası Kanunu ile EPDK’nın kurulmasını sağlayan bu süreç, bir süre önce kendi varlık sebeplerini sorgulamaya başladıkları bir aşamaya geldi. Zira mevzuat serbest bir elektrik piyasasını öngörmesine rağmen, pratikteki uygulamalar başka bir yöne kaymış durumda. Bu da elektriği “ne deve ne kuş, deve kuşu” seviyesine düşürmüş durumda.
Görünüşe göre, EPDK’nın kuruluş amacının yeniden hatırlanması, Mehmet Şimşek’e bağlı politikalarla yeniden sahne almış. Ancak atılan adımlar, o felsefenin gerekliliklerinden oldukça uzaktır. Çünkü serbest bir enerji piyasası oluşturmak, elektriği tamamen ticari bir ürün haline getirmeyi gerektirir ve bu da sübvansiyona karşı bir duruş sergiler.
Peki ya dar gelirli vatandaşların elektrik faturalarındaki yük nasıl halloledilecek? Onların bu yükü taşımaktan memnun olduklarını düşünmek yanlış olur. Teknik olarak piyasanın koruma gibi bir görevi olmasa da, siyaset devreye girdiğinde, belirli kesimlerin desteklenmesi kaçınılmaz hale gelir. Önemli olan ise bu desteğin nasıl sağlanacağıdır.
Görünen o ki, Mehmet Şimşek’in politikalarının devreye girmesiyle, serbest bir enerji piyasası kurma anlayışı yeniden gündeme gelebilir. Enerji yönetiminden rol çalmak olarak görülebilir ama ekonomi yönetiminin bir sonraki adımı, elektrik fiyatlarının maliyetleri yansıtacak biçimde dalgalanmasına izin vermek olabilir. Bu tür bir adım atılırsa, dar gelirli bireylere destek sağlamak için elektrik fiyatları üzerinde müdahaleden kaçınılacak, bunun yerine doğrudan kamu bütçesinden kaynak aktarımı yapılması söz konusu olacaktır.
Geri dönüp bakarsak, belki biraz aşarıya kaçmış oluruz ama gidişat, elektrik fiyatlarının ticari açıdan zeytin ve peynir statüsüne çekileceğini gösteriyor. Aslında bu durumu daha iyi anlatacak bir başka örnek daha mevcut. Eğer ters bir rüzgar esip durumu değiştirmezse, elektrik sektöründe Türk Telekom’un özelleştirilmesi sonrasında iletişim alanında ortaya çıkan piyasa yapısına benzer bir duruma doğru yolda ilerliyoruz.